Nobel Edebiyat Ödülü sahibi yazar Daniel, Avrupa'daki rahat yaşamına rağmen yazarlık ilhamının kaynağı olan memleketi Salas kasabasına kırk yıl sonra dönmeye karar verir. Kasaba halkı onu coşkuyla karşılar ve kendisine saygın vatandaş ünvanı verilir.
Ancak bu sıcak karşılama, Daniel'in geçmişiyle yüzleşmesi gereken bir yolculuğun başlangıcı olacaktır.
Kasabaya adım attığı andan itibaren Daniel, kendisini hem hayranlarının abartılı ilgisi hem de eski dostlarının önyargıları arasında sıkışmış bulur.
Zamanın donduğunu düşündüğü bu küçük yerleşim yeri, aslında onun romanlarında anlattığından çok daha karmaşık bir gerçeklik sunar. Yazarın kasaba halkıyla kurmaya çalıştığı ilişkiler, hem komik hem de hüzünlü anlara sahne olur.
Daniel'in bu ziyareti, sanatın gerçeklikle olan ilişkisini sorgulatan bir deneyime dönüşür. Kasaba sakinlerinin onun eserlerine yüklediği anlamlar ve yazarın kendi geçmişiyle kurduğu bağ, beklenmedik çatışmalara yol açar.
Bu süreç, hem Daniel'in hem de kasaba halkının birbirlerini farklı bir gözle görmelerine neden olur.